31 Aralık 2012 Pazartesi

Aslanlar ve Leoparlar


Yırtıcı kediler denince herkesin aklına ilk olarak ya aslan ya da kaplan gelir. Belgesel sevenler içinde aslan ve kaplan belgesellerinin yeri ayrıdır. Bir de hayvanlar aleminde bazı kediler vardır ki, onların belgesellerinin sayısı da düşük olur, onlar hakkında bilgiler de çoğu zaman farklı olur, leoparlar.
Leoparlar belgesel kameramanlarının en sevmediği kedilerden, hem en inatçı hem en sabırlı hem de en çevik kedi olan leoparlar insanı hayrete düşüren davranışlar da bulunurlar. Mesela bazen onu bir ağacın üstünde ve bir ava kitlenmiş olarak görebilirsiniz, buraya kadar her şey normal ama, leoparlar bu şekil de saatlerce bekleyebilirler işte terslik de buradadır.
Leoparların da, aslanlar dışında diğer yırtıcı kedilerin de dezavantajlı oldukları en önemli konu yalnız yaşamaları ve avlanmalarıdır. Bu yüzden kendisinden daha küçük yırtıcılarla bile kavga ederken risk almazlar. Onların alacağı en ufak bir yara hayati önem taşır. Hem çenelerinin kuvveti hem de tırmanma becerisi sayesinde kendi ağırlığınca bir avı rahatlıkla ağacın en tepesine taşıyabilir. Bir de avlarını kıskaçla takar gibi ağaçlara takabilir. Genel de ağaçların üstünde zaman geçirir , uyurken bile buraları tercih eder. Oldukça akıllıdır ve önce yavrular ile yaşlılara saldırmayı tercih eder.
Gelelim aslanlarla ilişkilerine. Leoparlar yavru aslanlara bile saldırmazlar , çünkü onların risk alma şansları yoktur. Hem sırtlanlara göre hem de çitalara göre yavrularını daha iyi koruyabilirler , çünkü onları ağaçların tepesine çıkarıp avlanırken de rahatlıkla bırakabilirler. Bir leopar, çitalara karşı her zaman üstünlük sağlar , çitaların sayısı fazla olsa bile onlara kafa tutup avlarını alırlar. Bir de leoparların da aslanlar gibi en büyük düşmanları sırtlan sürüsüdür.
Sırtlanlar sayı olarak iki tane bile olsalar, avını bırakıp kaçma yolunu seçer. Serengeti de aslanların yakalaması çok zor olan avcıların başında gelseler de kimi zaman dalgınlıkları yüzünden aslanlara yem de olmuşlardır.

Çitalar


Çita, kediler dünyasının en ilginç hayvanıdır. Çitalar hırlamazlar, kükremezler. İnce, uzun gövdeleri ve bacakları ile çok zarif görünürler ama, bu görünüşüne de aldanmayın. Çitaların son derece güçlü kasları ve esnek bir vücut yapısı vardır. Öyle hızlıdırlar ki, bir anda hızlarını rahatlıkla altmış kilometreye çıkarabilirler.
Çita sözcüğü Hintçe’ den türemiş olup, “benekli” anlamına gelir. Çitaların dünyada en çok görüldükleri yerler; Ortadoğu, Afrika ve Kuzey Asya’ dır. Özellikle Kuzey Asya çitaları Afganistan ve İran’ da görülürler ve oldukça tehlikelidirler. Günümüzde özellikle Afrika çitalarının sayıları gün geçtikçe azalmaktadır. Nedeni ise tabi insanlar!
Çitalar çoğunlukla gündüzleri avlanırlar. Avlarını uzaktan izlerler. Genellikle yaşlı, güçsüz ve yavru hayvanları av olarak seçerler. Antilop, impala ve ceylan yemeyi çok severler. Avlarını yakaladıkları zaman, güçlü çeneleri ile avlarını birkaç dakikada etkisiz hale getirirler. Avları ile mücadeleleri sırasında soluk alış verişleri oldukça düzgündür. Bunun nedeni ise; diğer vahşi kedilere göre çok geniş olan burun delikleridir. Bu geniş burun delikleri , rahat nefes alıp vermelerine yardımcı olur. Fakat, avlarını yemeden önce dinlenmeye ihtiyaç duyarlar. İşte tamda bu anlarda emekleri boşa gidebilir. Çünkü etrafta, avlarının takipçisi olan sırtlanlar olabilir. Sırtlanlar, avını yakalayan çitanın dinlenmesinden faydalanarak avdan kurnazca pay kaparlar.
Çitalar gruplar halinde avlanacakları gibi tek başlarına da avlanabilirler. Gruplar çoğunlukla erkek çitalardan oluşur. Tek olarak dolaşanlar ise dişi çitalardır. Ve dişilerin av sahası, erkek çitaların av sahalarına kıyasla daha küçüktür. Ama, her halükarda oldukça büyük egemenlik alanları vardır. Bu alanları çitalar, birbirleriyle uzlaşarak sahiplenirler. Bu uzlaşma ise her zaman güzel bir havada geçmez, bazen çok ciddi kavgalar sonucunda olabilir.
Yetişkin bir çitanın ortalama ağırlığı 45 – 65 kilo, vücut uzunluğu ise 1.1 – 1.6 metre arasındadır. Ömürleri ise; 12- 14 yıldır. Bir dişi çita genellikle 2 ila 4 yavru doğurabilir. Fakat, yavruların hayatta kalma oranı oldukça düşüktür. Her 4 yavrudan biri hayatta kalabilir. Diğer yavrular ise genellikle sırtlanların ya da aslanların saldırısı sonucu hayatlarını kaybederler. Çitalar doğduktan sonra 3 ay içinde erginliğe erişirler. Yani 3 aylık bir çita ergin sayılır. 18 aylık olana kadar yavru çitalar annelerine bağımlı olarak yaşarlar. 18. ayın sonunda, artık kendi yaşamlarını kurmak için annelerinden ayrılırlar.
Dünyanın en hızlı memelisi çitadır. Ayrıca çok güçlüdürler.

Ankara Tavşanı


Ankara tavşanı, diğer adıyla Angora tavşanı uzun ve yumuşak tüyleriyle tanınır. Ankara keçisi ve kedisi gibi safkan tavşanlar, Ankara ilinden tüm Dünya’ya yayılmışlardır.
1700′lü yıllarda Avrupa’da Fransız yüksek tabakasının rağbet ettiği en popüler evcil hayvan olmuşlardır.
1900′lü yılların başında ise Amerika’da tanınmaya başlanmışlardır. Birçok varyetesi türetilmiştir. Fransız, Alman, Dev, İngiliz, Satin, Çin, İsveç, Finli türleri gibi.
Yalnız yerel Amerikan tavşan besleyicileri klubünün (ARBA) kategorize ettiği İngiliz, Fransız, Dev ve Satin türleridir. Türkiye’de tüylerinin tekstil endüstrisinde hammadde olarak değerli olmasından ötürü besiciliği yapılmaktadır. Sıcak tutması açısından koyun yününden iki kat daha verimlidir.
Lakin beslenmesi özellikle kırpılacak uzunluğa gelene kadar tüylerinin korunması zor, özel beslenme alanına ihtiyaç duyduğundan pek yaygınlaşamamıştır. Kökeni Ankara olan Ankara tavşanının nesli 1723 yılında Türkiye’de tükenmiştir. Tarih boyunca Galatlar’ın bir boyu olan Tektosaglar, Frigler Aynı dönemde İngiliz denizcileri tarafından Fransa ve Birleşik Krallık’a götürülmüştür. Yüzyıllar sonra Almanya’da yaşayan bir Türk vatandaşı tarafından Türkiye’ye yeniden getirilerek Kayseri’de bir çiftlikte yeniden üretilmeye başlanmıştır. Bugün bu tavşan türü sadece yün üreticileri tarafından özel olarak yetiştirilmektedir.
Dünyada Ankara tavşanı yetiştiriciliği yaygın olarak yapılmaktadır. Günümüzde Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa, Macaristan, Arjantin, Şili, Almanya, Brezilya bu tavşandan yün üreten başlıca ülkelerdir. Tavşan yününü işleyen en önemli ülkeler ise İtalya, Japonya, Almanya, Fransa, Hindistan ve Şili’dir. Dünyada Ankara tavşanı yünü üretiminin 8000-12.000 ton arasında olduğu tahmin edilmektedir. Üretimin %90′ı Çin Halk Cumhuriyeti tarafından yapılmaktadır.

Bok Böceği


Eski Mısırda bokböcekleri yaşamın, ölümsüzlüğün ve var oluşun simgesiydi. Mısırlılara göre, güneşin evreleri yaşamın evrelerini gösteriyordu. Bokböceğinin toprak altındaki dışkı topunun içinde yumurta halinden, larva, pupa ve yeni bir bokböceğine dönüşümü de güneşin her gün yeniden doğuşuna benziyordu. Günbatımını ölüm, gündoğumunu ise doğumla ilişkilendiren Mısırlılar, batan güneşin toprak altından doğuya doğru giderken bokböceği gibi başkalaşım geçirdiğini düşünüyorlardı. Ertesi gün güneş, topraktan bokböceği tanrısı Kheper olarak doğuyordu. Bu da Mısırlılar için yeni bir yaşamın vaadiydi. Eski Mısırda ölülerin mumyalanmasının da büyük bir olasılıkla bokböceği yumurtasının pupa evresinin bir taklidi olduğu düşünülüyor.
Eski Mısırlılar haklıydı belki de bokböceklerini kutsal kabul etmekte. Onlara göre, güneşin bir gün içindeki dönümü bokböceklerinin dışkı topunu yuvarlayarak toprağa gömmesine benziyordu. Bu nedenle Eski Mısırda bokböcekleri ölümsüzlüğü, var oluşu ve yeniden canlanmayı simgeliyordu.
Benzer bir nedene dayanmasa da bokböcekleri kutsal olarak kabul edilmeye değer canlılar. Çünkü, dünyada bugünkü teknolojinin oldukça yüksek maliyete gerçekleştirebileceği ekolojik bir işlevi onlar gerçekleştiriyorlar: Dünyayı büyük otoburların dışkılarından temizliyorlar. Yaptıkları işin temel amacı, dünyayı hayvanların dışkılarından kurtarmak değil. Bu yolla hem kendilerini ve yavrularını besliyorlar hem de yumurtalarının tehlikeden uzak bir biçimde gelişebileceği dışkıdan oluşan bir ortama sahip oluyorlar. Dışkıdan yapılmış bir topun içindeki yumurtaya başka bir canlının yaklaşıp, yumurtayı yok etmesi cesaret isteyen bir davranış. Böylece yeni kuşaklarını da güvence altına alan bokböcekleri, doğal döngüler içindeki işlevlerini de etkili bir biçimde sürdürüyor.
Dünyadaki madde döngüleri her an sürüp gidiyor. Bu döngülerin işleyişinin çeşitli basamaklarında çok sayıda canlı rol alıyor. Kimi üretiyor, kimi tüketiyor, kimi de parçalıyor. Bu parçalama işlemleri de üretim ve tüketim kadar önem taşıyor. Ölmüş canlıların ya da onların dışkı gibi atıklarının parçalanarak, içerdiği maddelerin doğadaki madde döngülerine yeniden katılması gerekiyor. Bu aşamadaki bir aksama, madde döngülerinin bozulmasına, böylece ekolojik dengenin olumsuz yönde değişmesine yol açıyor.
Yaşam döngülerinin parçalayıcılık rolünü üstlenenler ise genelde bakteri ve mantarlar. Bokböcekleri de bu döngülere katkıda bulunan canlılardan. Onlar, temel olarak doğadaki en önemli madde döngülerinden biri olan azot döngüsünde rol alıyorlar ve dışkıdaki azotun toprağa geri dönmesini sağlıyorlar. Bunun yanında da kendilerine besin elde etmiş oluyorlar. Onların bu etkinlikleri sayesinde de suyu iyi tutan ve azotça zengin bir organik madde olan humus oluşuyor. Böylece toprağın gübrelenmesine de doğal yoldan katkıda bulunuyorlar. Dünyadaki milyonlarca büyük otobur hayvanın dışkısıyla hiçbir canlı ilgilenmeseydi, boğazımıza kadar neye batmış olabileceğimizi tahmin etmek güç değil.
Çok çeşitli büyüklük, biçim ve renklerde olan bokböceklerinin çok sayıda türü var. Bu türlerin birçoğu birbirinden çok farklı ekolojik ortamlarda, değişik canlıların dışkılarıyla beslenerek yaşıyorlar. Coleoptera (Kınkanatlılar) takımının Scarabeidae ailesine ait pek çok böcek cinsinden biri olan bokböcekleri, kanatlara, antenlere ve diğer böcek türlerinde olduğu gibi üç çift bacağa sahip. Bir böceğin bokböceği olup olmadığını anlamakta zorluk çekildiğinde, antenlerine bakmak iyi bir çözüm olabilir. Çünkü, antenleri yaprak benzeri 3-7 segmente (bölüme) sahip ve yelpaze gibi görünüyorlar.
Bokböcekleri, pek çok hayvanın, özellikle fil ve sığır gibi büyük otobur hayvanların dışkılarını parçalıyorlar. Dışkıya top şekli verip, arka bacaklarını kullanarak onu arkaya doğru hızla yuvarlıyorlar. Dışkı topu türün büyüklüğüne bağlı olarak 3-4 cm çapında olabiliyor. Bu böcekler, dışkı topunu gömünceye kadar 1300 m uzunluğunda yol kat edebiliyor. Yunanlıların ve Eski Mısırlıların dışkı topunu uçarak götürdüğünü düşündükleri bokböceği, saatte 200 metre civarında hız yapabiliyor. Bu çalışkan böcekler yılda dönüm başına yaklaşık bir ton civarında dışkı gömüyorlar. Kendilerinin ve yavrularının besin kaynağı olan proteince zengin taze dışkıyı gömmek birkaç saatlerini alıyor. Hangi canlının dışkısıyla beslenecekleri ise türe özgü bir özellik. Kimisi maymunların kimisi fillerin kimisi de kangurularınkini tercih edebiliyor. Pek az sayıda tür, kuş ve sürüngenlerinkini tercih ediyor. Bilim adamları memeli faunasındaki tür ve birey sayısı zenginleştikçe bokböceklerinin de çeşitliliğinin ve birey sayılarının arttığını ileri sürüyor. Bir parça dışkı için aralarında ya da diğer türlerle savaşabiliyorlar. Ayrıca, birbirlerinin dışkı toplarını da çalabiliyorlar. Avrupa çayırlarındaki bir dışkı parçası 10-15 farklı türe ait 100-200 kadar bireyi çekebiliyor. Afrikadaki taze bir fil dışkısı ise binlerce bokböceğini başına toplayabiliyor. Tüm bu kargaşa içinde kendine bir dışkı topu edinenler ise, onu hemen kaçırıp gömerek bu yarışmadan çekiliyorlar. Bazı türler, dışkının hemen altına tünel açarak onu aşağı doğru çekiyorlar ve birlikte toprağa giriyorlar. Bazı türler ise, dışkının içine dalıp, alacağı kadar besin alıp, yumurtalarını da içine bırakıp gidiyor. Güney Afrikada ağaçta yaşayan ve yalnız haftada bir dışkılayan bir maymun türünün dışkısıyla beslenenlerin işi daha zor. Çünkü, bu maymunlar dışkılarını hemen toprağa gömüyor. Bu türün dışkısıyla beslenen bokböcekleri ise bu anı kollayıp hemen dışkısının gömüldüğü deliğe atlamak zorundalar. Çektikleri sıkıntı bununla da bitmiyor. Küçük boyutlu “hırsız” bokböcekleri onların kendilerine ayırdıkları yiyeceğin peşini bırakmıyor ve düşey olarak açtıkları tüneller yardımıyla yiyeceklerine ortak oluyorlar. Dışkı topunu hazırlayan bokböceğine, topunu yuvarlamasına yardım etmek (!) üzere ikinci bir bokböceği ortaya çıkıyor. Gerçek amacı dışkı topunu çalmak olan bu “yardımsever” böcek çoğunlukla yakalandığından amacına ulaşamıyor.
Yakalandığında ise hiçbir şey olmamışçasına yardıma devam ediyor.
Bokböceği türlerinin pek çoğunda dışkı topu, yumurtanın içinde gelişebileceği ve bir yandan da beslenebileceği bir ortam oluşturuyor. Bazı türler bir mevsimde tek bir yumurta yumurtluyor. Bazı türlerde anne ve yavru cıvıldamaya benzer sesler çıkararak birbirlerine mesaj iletiyorlar, ancak bu mesajların ne anlama geldiği henüz belirlenmiş değil.
Geçtiğimiz yıl içinde, bokböceklerinin dinozorlar zamanında da var olduğuna ve onların dışkılarıyla besleniyor olma olasılığının bulunduğuna ilişkin kanıtlar elde edildi. Dinozorların yok olmasıyla, oldukça büyük boyutlu oldukları düşünülen o devrin bokböceklerinin de birden tükendiği ve yalnızca birkaç türün yaşamını sürdürebildiği de iddia ediliyor. Bilinen en eski bokböceği fosilinin 40 milyon yıl öncesine ait olduğu daha önceden belirlenmişti. Yakın zamanda bulunan yeni kanıtların, bokböceklerinin 76 milyon yıl öncesinde de var olduklarına işaret ettiği bilim adamları tarafından ileri sürülüyor. Bokböcekleri 1970li yıllardan beri özellikle Avustralyada olmak üzere meraları hayvan dışkılarından temizlemek amacıyla da kullanılıyor. Bu yolla meralar hayvan dışkılarının aşırı miktarda birikmesi nedeniyle zarar görmekten kurtulmuş oluyor.
Böcek koleksiyoncularının da çok ilgisini çeken bokböcekleri, Eski Mısırda yaşamın simgesiydi. Eski Mısır dönemine ait pek çok süs eşyasında bokböceği resimleri kullanılmıştı. Muska ve mühür olarak da kullanılmış olan bokböceği (Scarabeus sacer) Mısır tanrısı Kheperin simgesiydi. Kheper başının üstünde bir bokböceğiyle gösteriliyordu. Kheper, güneşi gökyüzünde ilerleten tanrı olarak bilinirdi. Firavunların hiyeroglifle yazılmış adlarının yanında Kheperi simgelemek üzere de bokböceği kullanılıyordu. Hiyeroglif olarak bokböceğinin anlamı yeniden oluşum ve yenilenmeydi.
Mısırlılara göre, güneşin evreleri yaşamın evrelerini gösteriyordu: Bokböceğinin toprak altındaki dışkıdan yuvasının içinde gelişimi; yumurta halinden yeni bir bokböceğine dönüşümü de güneşin her gün yeniden doğuşuna benziyordu. Bu da Mısırlılar için yeni bir yaşamın vaadiydi.
Batan güneşe ne olduğunu anlamlandırmaya çalışan Mısırlılar, günbatımını ölüm ve gömülme, gündoğumunu ise doğumla ilişkilendiriyorlardı. Mısırlı rahipler, dışkı topunu bokböceğinin yumurtası olarak kabul ediyorlardı. Onlara göre yumurtasını dışkıdan yapan bokböceklerinin tümü erkekti, dişiye gereksinimleri yoktu. Bu durum, onların dişilerin kötülüklerle ilişkili olduğu inancına da uygun düşüyordu. Erkek bokböcekleri toplarını/yumurtalarını (!) toprağa gömüyorlardı. Böcek orada birtakım evreler geçiriyordu. Larva evresinde solucan benzeri bir görüntüsü oluyordu, bundan sonra hareketsiz ve ölü gibi olduğu pupa evresine giriyordu. Sonuç olarak da topun içinde yeni bir yavru oluşturuyordu. Mısırlı rahipler, toprağın içine giren güneşin başına gelenlerin bokböceği ve topunun geçirdiği başkalaşımdan farklı olmadığını düşünüyorlardı. Güneş de toprağın altında batıdan doğuya giderken gizemli bir başkalaşım geçiriyordu. Onlar buna khepru diyordu. Ertesi gün ise güneş topraktan yeniden bokböceği tanrısı Kheper olarak doğuyordu. Tüm bu düşüncelerinden hareketle aynı şeyin insanlar için de geçerli olabileceğini büyük bir olasılıkla bokböceği yumurtasının pupa evresinin bir taklidi olduğu düşünülüyor. Mumyaların göğüs bölümündeki bandajların arasına “kalp bokböceği” adını verdikleri yeniden dirilmenin simgesini koyuyorlardı. Bunun amacı ise, ölülerin kalbini korumayı sağlamaktı.
Eski Mısırda varoluşla böylesine ilişkilendirilen bokböcekleri günümüzde de ekolojik ortamın varoluşuyla ilişkilendirilerek kutsallaştırılacağa benziyor.

İnce Burunlu Timsah


İnce burunlu timsah (Crocodyluscataphractus), Crocodylus cinsi bir timsah türüdür. Afrika kıtasının batı ve orta kesimlerinde yaşayan bu timsahların ortalama bireyleri yaklaşık olarak 4 metre uzunluğundadır.
Balıklar, amfibiler ve kabuklular; bu Timsahların yedikleri başlıca yiyecekleri oluşturur. İnce burunlu timsahların üreme dönemleri yağmurlu geçen mevsimlerle paralel olarak ortaya çıkar.
Timsah yavruları 110 günde yumurtadan çıkmaktadır.

19 Ekim 2012 Cuma

Hayvanlar Alemi


Haftaya bayık bir klişeyle başlayacak olursak, öyle caddede kırmızı ışıkta geçenlere, olmadık kabalığı yapanlara ‘hayvan’ demek, hakikaten haksızlık ve saygısızlık hayvanlara.
Güney Afrika’da gördüğümüz onca ‘vahşi’ hayvan, doğal ortamında nasıl da sakin, itişmeden, didişmeden, dengeli, mutlu yaşıyor.
En ürkütücü ve yırtıcı olanları mesela, aslan mı, leopar mı, timsah mı, yok öyle CHP kurultayındaki gibi bir saldırganlık. Sadece timsah, ikindi kahvaltısı olarak kendisine uzatılan tavuğu kapmaya çalışırken Baykal’ın Sarıgül’e baktığı gibi bakıyordu tavuğa, o kadar.
Bugün, tatil hatıratımın son ayağında, kıtada ahbaplık kurduğumuz hayvanlarla ilgili cümle çalışmaları yapacağız.
Safari safari dedikleri
Afrika’nın en temel numaralarından biri safari. Kruger Park fazla uçsuz bucaksız olduğundan, biz Pilanesberg National Park’a gittik. Burada lodge’larda kalıyor ve safari arabalarıyla ya akşama doğru ya da sabahın körü yola koyuluyorsunuz. Çünkü arkadaşlar o saatlerde ortaya çıkıyor, avlanmaya, salınmaya…
Amaç ‘big five’ dedikleri takımı görmek. Büyük beşli; aslan, leopar, fil, buffalo ve gergedandan oluşuyor.
Peki kaçını görebiliyorsunuz? Tamamen şansa kalmış. Yerel rehberlere sorduğunuzda ‘Ehe ehe tabii ki de hepsini de görebilirsiniz’ gibisinden
ayak yapıyorlar, yalan! Bilmem kaç senedir orada çalışan ve henüz aslan siftahı yapmamış adam var. Biraz naylon safari tabii bunlar; turistik.
Büyüklerden payımıza düşen, fil oldu. O kadar, o kadar geldi ki dibimize, matrak bir deneyimdi.
Fazla önemsenmeyen güzeller var bir de: Zebra ve zürafalar mesela; estetik kelimesinin karşılığı gibiler.
Aslan kaç saat uyur?
Oldum olası bıraksan günde asgari 12 saat uyuma eğilimimin doğada karşılığı olduğunu biliyordum!
Ben Aslan burcuyum.
Aslan meğer günde kaç saat uyurmuş? 18!
‘Kral’, doğadaki en tembel hayvanlardanmış. Tenezzül etmiyor kafayı kaldırmaya.
Aslan çiftliğindeki en adrenalin yükselten hadise, üç aylık yavruları mıncıklatmaları.
Kafeslerinden içeri giriyor, iri kediden biraz hallice aslan yavrularını kucağınıza alıyorsunuz. Çok bebekler, hiçbir vahşet sinyali vermiyorlar ama gene de yüz ifadelerinden midir, aslan oldukları bilgisine sahip olduğumuzdan mıdır nedir, hafif ürpertici.
Bir boy büyüklerinin yanına ‘Başıma geleceklerden tamamen ben mesulum’ formları imzalayarak, pasaportunuzun numarası üstüne efendim 48 damga pulu yapıştırarak filan türlü formaliteler sonrasında sokuyorlar. Çift eşli baba aslana da uzaktan bağlılık bildiriliyor ancak.
Timsahların yemek faslı
Hiç timsah eti yediniz mi bilmiyorum, ne olduğunu bilerek yutması zor. Fakat tavuk, hindi ve balıkla sorun yaşamıyorsanız ve gelseniz bana bir akşam, ne olduğunu söylemeden iki porsiyon timsah nugget’ı afiyetle yediririm size. Küçük parçacıklar halinde galeta ununa bulayıp kızarttığınızda, en ufak bir işaret, koku, rahatsızlık duymadan tüketilebilecek bir çeşit kendileri.
Canlısını gördüğünüzde zorlanabilirsiniz. Çirkin, kirli ve biraz itici duruyor.
Birtakım hayvanlara karşı besleyebileceğimiz ‘Dünyada kıyamam bunu yemeğe’ hissi, bu defa ‘Gırtlağıma takılır bu kazulet kütük’ formunu alabilir.
Timsahlar, saatlerce gözlerini bile kırpmadan öyle taşlaşmış yatabiliyorlar.
Ha timsah, ha kütük.
Sadece saat 16.30′daki ikindi kahvaltısında heyecan oluyor. Aşağıya bütün halinde sarkıtılan tavukları kapmak için lütfedip hareketleniyor, şova dahil oluyorlar.
Timsahlara ilişkin bir sevgi, şefkat pıtırcıklanmadı doğrusu içimde. Bulsam makul fiyata, hislenmeden alırım çantaymış, çizmeymiş, ayakkabıymış…
Devekuşunun faydaları
Etinden, yumurtasından faydalanılan bir diğer kardeşimiz de devekuşu.
Devekuşu eti, bir ara Türkiye’de de vardı, hindinin neredeyse aynısı. Fakat bizde hiç tutmamasının bence en temel sebebi, yine işte ne olduğunu bilmenizle ilgili.
Tekrar klişelere bağlanacak olursak, gerçekten de deve mi, kuş mu, arada sıkışmış bir hayvancağız bu. Deveye biner gibi biniyorsunuz, avucunuzu delerek (yüzük, saat, bilezik varsa yandınız, zıvanadan çıkıyor) yemek yiyor elinizden. Yumurtaları boyanarak hediyelik sektörüne, geçtiğimiz yıllarda pek moda olan top top derisi de moda sektörüne hizmet ediyor.
Üzerine bindiğinizde yumuşak tüylü boynunu okşarsanız, zevkten ruhunu teslim edecek gibi oluyor.
Penguen kolonileri
Yine de en sevimlisini sorarsanız, penguen derim. Ümit Burnu yakınlarındaki Boulders Beach’te ikamet eden penguen kolonileri, belgesellerden de biliriz ya, böyle pati pati, çok tatlılar. 1910′da 1.5 milyon civarında olan Afrika pengueni nüfusundan, 20. yüzyılın sonunu ancak yüzde 10′u görebilmiş. İnşallah tükenmezler.